Diyanet Dergisi’nde “Dinlerarası Diyalog” Propagandası


Fetullah Gülen’in İslam topraklarına yerleştirmeye çalıştığı diyalog fitnesi ve ABD’nin emri altında gerçekleştirmeye çalıştığı 15 Temmuz darbe girişimi Fetullah Gülen’in öncesinin ve sonrasının ne olduğunu bilen ferasetli ve basiretli kurum-yapı-kişiler için de bilmeyenler için de ders alınacak bir hadise olması açısından önemlidir. Ortada neredeyse yarım asırlık bir proje söz konusudur. Ders almak açısından bu vatanın diyalog tuzağından tamamen arınabilmesi için biz de bir çalışma yaptık. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet’in süreli yayınlarını genel itibariyle taradık. 17-25 Aralık’a kadar karşılaştığımız sonuçlara elbet şaşırmadık; ne de olsa bu kurumun her tarafının Fetullah Gülen sarmalının içinde olduğunu biliyorduk. Fakat 17-25 Aralık sonrası ve 15 Temmuz sonrası Diyanet’in hiçbir şekilde ders almadığını gördüğümüzde şaşırdık. Neredeyse Diyanet İşleri Başkanlığı’nda her hangi bir değişim söz konusu olmamış. 1990’dan 2017’ye kadar olan Diyanet’in süreli yayınlarını geniş bir şekilde taradık. Ortaya çıkan manzara ise şu: Dinlerarası Diyalog faaliyeti hiçbir şekilde hız kesmemiş. M. Nuri Yılmaz’dan Ali Bardakoğlu’na, Mehmet Görmez’den Ali Erbaş’a kadar bu proje devam etmiş ve etmektedir.

Gelelim, Diyanet’in süreli yayınlarında ortaya çıkan Dinlerarası Diyalog projelerinin bir kısmına...

2011 yılında “Ergenekon” soruşturması kapsamında incelenen Zirve Yayınevi cinayetine ilişkin olarak lojmandaki evinde ve fakültedeki odasında arama yapılan Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Kadir Albayrak’ın evinden 'Keldaniler ve Nasturiler', 'Bogomilizm ve Bosna Kilisesi', 'Başlamayan Diyalog', 'Hz. İsa Hz. Muhammed´i Müjdeledi mi?', ‘Adana’da Kiliseler ve Hıristiyanlaşma Olgusu' adlı kitaplar ortaya çıkmıştı. Albayrak aynı zamanda, Türkiye Dinler Tarihi Derneği ve Dünya Dinler Tarihi Derneği (International Association for the History of Religions) üyesidir. Albayrak 'Dinler Tarihi', 'Mukayeseli Halk İnançları', 'Dinler Arası Diyalog', 'Karşılaştırmalı Dinler Tarihi', 'Dinler Tarihi Metodolojisi', 'Dinler Arası İlişkiler ve Diyalog İmkânları' dersleri veriyor.

Albayrak Ayeti Değiştiriyor

Gelelim Albayrak’ın Diyanet Dergisi’nin Ocak 2015 sayısında Barış ve Şiddet Sarmalında İslam” başlıklı yazısına.

“…. Günümüzde kutsal metinlerin barışa yönelik olarak hayata geçirilmesinin önündeki engellerin başında, çağdaş bir hastalık olan çifte standart anlayışı gelmektedir…” derken Allah katında makbul ilan İslam dininin çifte standartlık yaptığını vurguluyor ve “…Günümüz dünyasında da esasen dinler arası değil, barbarlar arası bir savaş yaşanmakta ve taraflar kendilerini adalet, karşı tarafı ise haksızlık ehli olarak görmektedir. Sonuçta Müslümanların Kur’an’da barışla ilgili şu kadar ayet var, İslam kelimesinin anlamı barıştır, parolamız selamdır demeleri karşı taraf için hiçbir anlam ifade etmemekte veya tam tersi diğer kutsal metinlerdeki barış mesajları Müslümanları çok fazla ilgilendirmemektedir. Taraflar âdeta karşısındakinin açığını aramaya teşne görünmektedirler” diyerek Bakara Süresi 208. ayette “Ey iman edenler, topluca İslam’a girin…” buyruğunu, Albayrak, yazısında ayeti “Ey iman edenler! Topluca barışa girin” diyerek değiştiriyor. Albayrak, Müslümanların, İslam ehli olmayanları haksızlık ehli olarak görmesini ise doğru bulmuyor.

Batı’nın kendi topraklarında Müslümanlara yapmış olduğu provokasyonlar, yasaklar, çifte standartlar, haksızlıklar, kundaklamalar, sömürmeler nedense Albayrak’ın umurunda değilmiş gibi, “…Günümüzde milyonlarca Müslüman Batı ülkelerinde yine barış içerisinde hayatlarını idame ettirmekte, bizzat kendilerinden kaynaklanan bir sorun yaşamamaktadırlar” diyor.

Albayrak, yazısında kâfire karşı Allah’ın emrettiği ne varsa hepsine bir kulp bulma yarışına giriyor. Cihat kavramının İslam’ı bozduğunu söylemektedir ve fıkıhta geçen dinden dönmenin (İrtidat) cezasının ölüm olduğunu ise siyasal içerikli bir yorum olduğunu vurgulayarak yok saymaktadır.

Albayrak yazısının sonuna doğru da “…Müslümanların ve diğer din mensuplarının şiddet sarmalından kurtulmak ve barış içerisinde yaşamayı gerçekleştirmek için sürekli başkalarını suçlama hastalığından kurtulmalı…” diyerek Dinlerarası Diyalog’a kapı aralamaya kalkışmaktadır.

Çemrek’in “İbrahimî Dinler” Kavramı

2010 yılında CİHAN’ın yaptığı habere göre SÜ Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından Süleyman Demirel Kültür Merkezi'nde düzenlenen “Dünden Bugüne Ermeni Sorunu” konulu konferansa Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Murat Çemrek de katıldı. Çemrek toplantıda Türkiye'nin kâğıt üzerinde süper bir ülke olarak göründüğünü ancak uygulamada sorunlar yaşadığını, sorunları çözmek için ortak diyaloglar geliştirilmesi gerektiğini söyledi.

Başkan Prof. Dr. Murat Çemrek, 15 Temmuz Darbe girişiminden aylar sonra 15 Temmuz'dan bu yana ABD ile olan ilişkilerimizin bozulmasına üzülerek, “Güne dolar yükselişi ile başladık. Bu yükseliş beraberinde birçok olumsuzluğu da getirebilir. Petrol fiyatları yükselir. Akademik hayatını ABD'de sürdürmek isteyenler olacak. Doktora öğrencilerimiz var. Vize yasağı olduğu için gidemeyecekler. En basiti Türk Hava Yolları (THY)'nin ABD'ye seferleri vardı. Bunlar bir süreliğine aksayacak. ABD ile ticari ilişkisi olan insanlarımız vardı. Ciddi bir sıkıntının içine girecekler. Söylemleri; karşıdaki ülkenin gücüne, yürütülen ekonomik ilişkilere bakarak dillendirmede fayda var” diye konuştu.

Bu anekdotu düştükten sonra gelelim; Diyanet Dergisi’nin Ocak sayısında Prof. Dr. Murat Çemrek’in “Kurgu ile Gerçek İslam ve Tedhiş” başlıklı yazısında devirdiği çamlara:
“…temel gayesi şiddeti dindirmek olan genelde İbrahimî -veya değil- dinler özelde de İslam ile “tedhiş,” “şiddet,” “terör” ve “savaş” kavramlarını bir arada düşünmek hatta özdeşleştirmek nasıl mümkün olabilir?..”

“İbrahimî dinler” tanımını yıllarca Fetullah Gülen ve onlarla işbirliği içinde olan Diyalogcu camialar, örgütler kullandı. Bu kavram dinleri bir araya getirme veya yaşayan dinlerin bir olduğu ve hak olduğu anlamını taşıyor. İslam dininin dışında Hristiyanlığı ve Yahudiliği hak din olarak gören zihniyetler “İbrahimî dinler” kavramını kullanıyor.

Çemrek, yazısının devamında İslam’ın IŞİD gibi unsurlarla tedhiş olarak gösterildiğini söylüyor ve bu algının yok edilmesi için de Müslümanların barış içinde olması gerektiğini söylüyor.

“…Hâlbuki ‘Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adil davrananları sever.’ (Mümtehine, 60/8.) öğüdü gereği İslam bir din ve medeniyet olarak otorite olduğu konumlarda bizatihi başta bireyin içsel dünyasında barışı hâkim kılmanın ve çevresiyle uyum içinde geçinmeyi savlamaktadır…”

Diyanet’in dergisinde eğer “İslam ve terör” ile alakalı mevzular olunca hemen hemen hepsi Batı’nın Müslümanlara yaptığı zulmü görmezden gelircesine İslam’a yapılan “terör” muamelesinin de yine Müslümanlar tarafından Batı ile “barış” içinde yaşayarak giderilmesi gerektiğini vurguluyorlar. Bu nasıl bir eziklik ve aşağılık kompleksi ise, damarlarına kadar işlemiş…

“…‘ama’ ile başlayan cümleler kurmadan şiddetin her türlüsüne karşı olmayı gerektirir…” diyerek de Müslümanların zulme karşı şiddette bulunmasının da önünü kapıyorlar. Şiddet, haksız yere birine saldırınca olur ama dinin emri gereğince yahut zulme karşı yapılan şiddet ne zamandan beri Müslüman’ın karşı olması gereken bir durum oldu? Sinirleri, omurgaları alınmış, düşmanı olmayan, her şeye eyvallah çeken ve buna da barış diyen bir insandan geriye ne kalacak?

Emre Dorman’ın Sünnet Düşmanlığı

Diyanet Dergisi’nin Ağustos 2017 tarihli sayısında Acıbadem Üniversitesi Türk Dili Bölümü Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman’ın “Modern Çağda Deizmin Popülerleşmesi ve Sebepleri” başlıklı yazısı yer alıyor. Yazısında gençlerin ateizm ve deizm batağına düşmesini “yanlış bir din algısına sahip olmak”la suçluyor ve Peygamberimize sünneti (Hadisi şerif) üzerinden ittiba edenleri de “din adına uydurulan şeylerin din adına sunulup savunulması” diyerek lanse ediyor.

“…Peygamberimizi, Kur’an’ın bize tanıtmış olduğu örnek ve üstün insan gerçeğinden uzaklaştırarak, örnek alınması mümkün olmayan insanüstü bir varlığa dönüştüren, Kur’an ayetlerinden hareketle ortaya koymuş olduğu gerçek sünnetini özünden uzaklaştırarak saptıran, dinin bilgi kaynağını kirletip çarpıtan ve türlü iftiralar ile itibarsızlaştıran rivayetler ile yüzleşmemiz zorunludur…” diyerek Allah Rasulü’nün yüceltilmesinin doğru olmadığını ve Hadisi Şerfilerle dinin bilgi kaynağını kirlettiğimizi söylüyor. Ardından da “…Dinin geçerli tek bilgi kaynağı Kur’an’dır…” diyerek Hadisleri görmezden geliyor.

Yazının devamında da tamamen İslam’ı Kuran ve sünnet bağlamında yaşayan Müslümanlara iftirası ile sürüyor. Emre Dorman denilen kişi, Mustafa İslamoğlu ile Hilal TV’de programlar yapan, Kur’an Müslümanlığı diyerek insanları sünnetten uzaklaştıran, “Hadis reddetmek peygamberi inkâr etmek değildir. Kur'an'ı tek ölçü bilip peygamberimize atılan iftiraları reddetmektir” diye Allah Rasulü’nü postacı konumuna koyan, mezheplerin gereksizliğini söyleyerek İslam’ı bin parçaya bölmeye çalışan sapık birisi. Ayrıca bu kişi, iki ayrı üniversitede İslam Felsefesi, Din felsefesi, Felsefeye Giriş ve Felsefe Tarihi olmak üzere dört ayrı seçmeli ders veriyor. Kendi deyimiyle her dönem üç yüz civarı yeni öğrencisi oluyor. Ağırlıklı olarak liselerden gelen, tıp, sağlık bilimleri, hukuk, mühendislikler, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, mimarlık gibi birçok farklı bölümde okuyan gençlere ders veriyor. Tahribatı görmemek mümkün mü?

2015 Diyanet Dergisi’nin 292. sayısında Yalova/Altınova Vaizi Dr. Mustafa Eren, “Birlikte Yaşamanın Evrensel İlkeleri” isimli makalesinde Dinlerarası Diyalog’a en çok hizmet edenlerden biri olan Ali Bardakoğlu’ndan alıntı yapıyor ve kâfirlerle birlik olmanın güzellemelerini yapıyor. Eren, “…medeni toplumlara baktığımızda, bu toplumların öne çıkan özellikleri evrensel ahlaki değerler zemininde bilişmeleri, buluşmaları ve birleşmeleri olmuştur…” diyerek Bardakoğlu’ndan yapmış olduğu birlik alıntısına yorumunu ekliyor.

Dillerinden “Barış” Düşmüyor

Diyanet Dergisi’nin 292. sayısında yer alan Din Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yaşar Yiğit’in “Birlikte Yaşama Ahlakı” isimli makalesinde “…dünya barışı ve insanlığın mutluluğunu sağlamak için hepimizin sağlıklı iletişim, diyalog, hoşgörü ve birbirimizi anlamaya yönelik faaliyetlere önem vermemiz gerekmektedir. …O’nun (s.a.s.) Yahudi’siyle, Hristiyan’ıyla, Müslümanıyla ve başka unsurlarıyla inşa etiği adalet, hakkaniyet, merhamet, müsamaha toplumunu barış/sulh toplumunu bugün insanlık olarak benzer değerlerle inşa etmek zorundayız. Barış ve huzur dolu bir yaşamın yolunun, böylesi bir anlayıştan geçtiği asla unutulmamalıdır…” cümleleri yer alıyor.

Israrla Batı ile barış ve kardeş olmamızı dileyen prof.lar, Batı’nın ezeli rakibinin Müslümanlar olacağını ve hiçbir zaman Müslümanlarla kardeş olamayacağını ne zaman anlayacaklar? Bugün ABD ve AB ile adalet ve hakkaniyet toplumunu nasıl tesis edeceğiz? Buna birlikte yaşama ahlaksızlığı denir. Bunun neresinde ahlak var?

Hristiyan Seviciliği

Diyanet Dergisi’nin 292. sayısında Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Doç. Dr. Halil Altuntaş, “Birlikte Yaşamak Dirlikte Yaşamak” isimli yazısında Dinlerarası Diyalogculardan FETÖ’cü Bekir Karlığa’dan bir alıntı yapmış. Alıntıda “…Hristiyan-Müslüman çatışması hızlanırken daha sonra çatışmanın yerini karşılıklı işbirliği ve ortaklık almıştır. Bu durum her iki medeniyetin mensuplarına da eşsiz bir barış, hoşgörü ve bir arada yaşama tecrübesi kazandırmıştır. Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun topraklarında Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Sırplar, Habeşliler, Kıptiler, Yakubiler, Begonviller, Bulgarlar, Romanlar, Macarlar, Gürcüler uzun asırlar boyunca birlikte yaşamanın güzel örneklerini vermişlerdi.” (Bekir Karlığa, “İslam Dünyasında Çoğulculuk ve Birlikte Yaşama Tecrübesi” [Birlik İçinde Çokluk Sergisi Broşürü, Kültür Bakanlığı, İst. 2009 içinde])…” yorumu geçiyor.

Hristiyan-Müslüman çatışmasının yerinin karşılıklı işbirliği ve ortaklık olduğunu ısrarla söyleyenler, bu çatışmanın tam ortasında vatanın ve İslam’ın müdafaası olduğunu unutuyor olmalılar. Aynı şekilde bu çatışmanın tam ortasında gâvurun gözünün, İslam topraklarında ve dinlerinde olduğunu unutuyor olmalılar. Ayrıca gâvurla diyalog ancak, Müslümanlar kâfire karşı üstünlük sağladığı zaman olur. İslam âlemi Batı’nın hegemonyası altında ezilirken diyalog olmaz, olamaz!

FETÖ’cüler Başbakan Başmüşaviri Oluyor

FETÖ tarafından finanse edilen ve “aydın devşirme” mekanizması olarak adlandırılan Abant Platformu’nun üyelerinden ve Medeniyetler İttifakı Türkiye Eşgüdüm Kurulu Başkanı ve Başbakan Başmüşaviri Prof. Dr. Bekir Karlığa, Altuntaş’ın kaynaklarında yer alıyor. Güzel alışveriş! 15 Temmuz Darbe girişimini atlatıyoruz ama hala Bekir Karlığa gibi FETÖ’cüler Başbakan Başmüşaviri olabiliyor ve hala altı kez Abant Toplantılarında yer almış olan Burhan Kuzu, AK Parti İstanbul milletvekilliği yapıyor. Darbelerin biri geliyor diğeri gidiyor ama 28 Şubat’ta bizzat 15 Temmuz darbesini yapanlar tarafından içeri alınan Müslümanlar içeride kalıyor. Hukukun boşluklarından kendilerine yer bulan hâkimler, Müslümanları süründürüyor, FETÖ’cüleri salıveriyor.

FETÖ’ye Niçin Karşıyız?

Fetullah Gülen ve kurduğu örgüt darbe yaptığı için mi FETÖ’ye karşıyız yoksa darbe yaparak “Dinlerarası Diyalog” projesini Anadolu topraklarına yerleştireceği için mi karşıyız? Gündeme gelen haberler olsun, gazetelerin köşe yazarları olsun, medya programları olsun hatta Diyanet İşleri Başkanlığı olsun, FETÖ’ye “Dinlerarası Diyalog” projesinden dolayı değil sadece darbe teşebbüsünde bulunduğu için karşı oluyor. Hâlbuki Fetoş Gülen’in amacı ABD’nin emriyle Anadolu’yu gavurlaştırmak, Hristiyanlık tohumlarını serperek, Türkiye’yi itikatsız, dinsiz bir topluma dönüştürmek, Ehli Sünnet vel Cemaat’i bitirmek. Darbenin amacı zaten buydu. Diyanet de “Dinlerarası Diyalog” hususunda Müslümanları uyarmaya ve şuurlandırmaya yönelik hiçbir çalışma yapmamış, bilakis yazımızda yer aldığı gibi dergileriyle, konferanslarıyla ve kitaplarıyla FETÖ’nün projesine hizmet etmiştir ve etmeye de devam etmektedir. Diyanet dergilerinin tamamına baktığımızda en fazla “hoşgörü”, “barış”, “birlik”, “diyalog”, “islamofobi” kelimeleri yer alıyor. Oluşturulan algı ise Müslümanların Batı’ya karşı saygı ve sevgi içinde olmaları, birlik ve beraberlik içinde yaşamaları, cihadın günümüzdeki anlamının anlaşma olduğu…

Açıktan “Diyalog” Diyemeyenler “Barış” Diyor

Diyanet Dergisi’nin 2017 Şubat sayısının 44. sayfasında Balıkesir Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muammer Erbaş “Yegâne Kurtuluş Yolumuz: Vahdet” başlıklı yazısında Bakara süresinin 208. ayetini “Ey inananlar! Hep birden barışa girin…” diyerek “İslam’a girin” ayetini değiştirmekte ve hemen hemen her yazısında gâvurla barış yapılmasını önermektedir. Derginin tüm sayılarında açıktan diyalog diyemeyenler barış mesajı vermekte ve gâvurla dost olmayı bu şekilde yapmaktadır.

“Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerinde bulunan Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, hala Diyanet’in dergisinde yazıyor. Diyanet Dergisi’nin Aralık 2017 sayısında “İnsanın Manevi ve Zihinsel Boyutunu İfade Eden Dört Kur'an Terimi: Kalp, Ruh, Nefis, Akıl” başlıklı yazıyla yer almış durumda.

2012 Aralık sayısında ise Ali Erbaş “İslam ve Şiddet” başlıklı yazısında adeta İslam’ı pasif bir din olarak gösteriyor, Allah Rasulü’nü neredeyse hiç savaşmamış, savaşlarında hiç kılıç çekmemiş olarak lanse ediyor. Savaşla şiddeti bir gören ve bunun da İslam’da olmadığını söylüyor. Yazısında gayrimüslimlerle de diyalogda bulunulması gerektiğine değiniyor.
2015 Nisan sayısında Avusturya Din Hizmetleri Müşaviri Fatih Karadaş “Avusturya İslam Kanunu Üzerine Bir Değerlendirme” isimli yazısında diyalog vurgusu yapıyor.

Diyanet’in süreli yayınlarına ve ortaya koyulan tez ve makalelere baktığımız zaman, diyalogcu akademisyen ve profesörlerden birçok sapkın hocalara kadar yazılarında kaynak gösteriliyor. Genel itibariyle yazılarda ağırlıklı olarak ayetler yer alıyor fakat hadislere neredeyse yer verilmiyor. Batı’nın bize yaptırtmak istediği şeyleri, ayetleri kendi nefislerine uydurarak Müslümanları yönlendirmeye çalışıyorlar. Hadisi Şerifler ayetler kadar istedikleri alana çekilecek mahiyette olmadığı için nefislerine ayetleri kondurup, hadisleri de inkar ediyorlar yahut kendilerine uyan hadisleri baz alıyorlar. Her meseleye ayetleri sürüp “bak Kuran ne diyor” diyerek bir de günahlarına-kirli işlerine-satılmışlıklarına Allah’ın ayetlerini ortak ediyorlar. Güya akademik çalışma yapan bu profesörler, iki kelime söyleyip altına ayeti ekleyiveriyorlar. İki kelime daha yorum yapıp yazılarını sonlandırıyorlar. Bu mu tez veya bu mu makale? Bu mu akademik çalışma? İslam’dan bir şeyleri inkâr ederek aldıkları paçavra tezlerle Batı’nın avukatlığına soyunmuşlar. Ağlak bir vaziyette devamlı Müslüman âleminin harap oluşundan yakınan aydınlar(!) toplumun bu harap vaziyetine ise nasıl bir tavır takınılması ve neler yapılabilmesi mevzuunda hiçbir kelime edemiyor. Dillerine pelesenk ettikleri “islamfobia” kavramını döndürüp dolaştırıp Müslümanlara getiriyorlar, Müslümanları suçluyorlar. Batının Müslümanlara yapmış olduğu sömürüyü ise görmezden geliyorlar.


Araştırma: M. Taha İnci

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Komünizmden dönemeyen şayir: İsmet Özel

Şeyh Mustafa İsmet Garibullah Efendi Hazretleri ve Risale-i Kutsiyye

Türkiye'de tezhip Avrupa'da kelt (Hatice Aksu tarihi yeniden tezhipliyor)